26 Aralık 2012 Çarşamba

Din Hurafelere Göre Değil Kuran’a Göre Yaşanır


Hurafelere dayalı din anlayışının temeli nedir?

Bu yanlış din anlayışından sakınmak için ne yapmak gerekir?

Kuran ayetleri yorumlanırken yapılan en büyük hatalar nelerdir?

İnsan, art niyetli ve tek taraflı olarak Kuran’a yaklaştığında onu anlaması mümkün değildir. Bu, Allah’ın bir kanunudur. Bir kişi ne kadar zeki ne kadar kültürlü olursa olsun, samimiyetsiz ve art niyetli bir bakış açısıyla Kuran’ı değerlendirdiğinde onu gereği gibi anlayamaz, doğru yorumlayamaz ve pek çok çelişkiye düşer. Bu yüzden, Kuran’a ön yargılı, peşin fikirli, içten pazarlıklı yaklaşan bir kişinin bu art niyetli tutumu, kendisiyle Kuran arasında -ayetlerde bildirildiği üzere- “görünmez bir perde” oluşturacaktır. Bu da Kuran’ı anlamasını ve kavramasını engelleyecektir. Bu gerçek, İsra Suresi’ndeki ayetlerde şöyle haber verilir:


Kuran okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık. Ve onların kalbleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kuran’da sadece Rabbini “bir ve tek” (ilah olarak) andığın zaman, ‘nefretle kaçar vaziyette’ gerisin geriye giderler. (İsra Suresi, 45-46)

www.Kuraninbazisirlari.beyazsiteler.com





Müteşabih Ayetlerle Muhkem Ayetleri Karıştırmak

Kuran’daki hükümler, iman edenler tarafından rahatlıkla anlaşılabilecek ve uygulanabilecek biçimde açık ve sade bir üslupla anlatılmıştır. Bunlara muhkem ayetler adı verilir. Muhkem ayetler, Kuran’da bildirildiği üzere “Kitabın anası” yani temelidir. Muhkem ayetler dışında Kuran’ın bir de müteşabih ayetleri vardır. Müteşabih ayetler, çeşitli teşbih ve benzetmeli anlatımlar içeren ayetlerdir. Müteşabih ayetler, Kuran hakkında bilgisi olmayan ya da art niyetli olan kişiler tarafından tamamen çarpıtılıp, olmadık manalarda yorumlanabilir. Bu durum Kuran’da şöyle bildirilmiştir:

“Sana Kitabı indiren O’dur. O’ndan, Kitabın anası olan bir kısım ayetler muhkemdir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: “Biz ona inandık, tümü Rabbimizin Katındandır” derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.” (Al-i İmran Suresi, 7)

Müteşabih ayetlerin anlamları Allah Katındadır. Tarih boyunca Kuran’daki müteşabih ayetleri çeşitli çarpık amaçları ve beklentileri doğrultusunda yorumlayan sapkın kişiler, mezhep ve akımlar çıkmıştır. Bunun fitne olduğu ve ancak kalplerinde kayma olan yani doğru yoldan sapan, imandan çıkan kimselerin bu yola başvurdukları ayette haber verilmiştir.  Ayrıca ayette, müteşabih ayetlerin yorumunu ancak Allah’ın bildiği de bildirilmiştir. Allah dilediğine bu ayetlerin yorumuyla ilgili ilmi verebilir. Ancak iman edenler kendilerine ilmi gelmeyen müteşabih ayetlerin tümüne inanırlar, kalplerinde eğrilik olanların ve fitne çıkaranların yaptıkları gibi ayetler hakkında sapkın yorumlar getirmezler.

Kuran’ı, Kuran’a ve Sünnete Uygun Olmayan Hurafe ve Bidatlerle Yorumlamaya Kalkmak


Bazı insanların düştüğü en büyük hatalardan biri, kulaktan dolma, Kuran’da ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünnetinde hiç yeri olmayan, din adına uydurulmuş birtakım uydurma sözler, bidatler ve hurafelerle Kuran’ı yorumlamaya kalkmaktır. Bu tarz insanlar gerçekte Kuran’a değil, batıl inanışlara uyarlar, Kuran’ı da bu çarpık inanışlarına, kendi akıllarınca uydurmaya çalışırlar. Bu kimselerin yanlış mantıkları Kuran’da şöyle bildirilmiştir:

“Ne zaman onlara: “Allah’ın indirdiklerine uyun” denilse, onlar: “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız derler. Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?” (Bakara Suresi, 170)

Toplumun bazı kesimlerinde rastlanan bu yanlış yorumlama, Kuran’da bildirilen ahlaktan tamamen farklı ve zıt bir ahlak ortaya koyar. Kimi zaman İslam adına ortaya atılan bu modelin Peygamberimiz (s.a.v.)’in uyguladığı, Kuran’da bildirilen din, ahlak anlayışı ve yaşam biçimiyle hiçbir ilgisi yoktur.

Bu yapıdaki insanların yorumlarında Kuran’la hiçbir biçimde bağdaşmayan, Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünnetinde yeri olmayan, Kuran’a tamamen aykırı fikirler, yorumlar, hükümler ve uygulamalar sözde Kuran kaynaklıymış gibi gösterilmeye çalışılır. Ancak bu asılsız iddialara hiçbir mantıklı açıklama getirilemez. Yapılmaya çalışılan bazı zorlama izahların da ne kadar mantıksız ve gülünç olduğunu akıl ve şuur sahibi olan herkes rahatlıkla görür.

Bilgisizce yapılmış yorumlarla insanları saptırmaya çalışan, Yüce Rabbimiz Allah’ın ayetlerini kavrama yeteneğinden uzak insanların durumu Kuran’da şöyle haber verilmiştir:

“İnsanlardan öyleleri vardır ki, bilgisizce Allah’ın yolundan saptırmak ve onu bir eğlence konusu edinmek için sözün ‘boş ve amaçsız olanını’ satın alırlar. İşte onlar için aşağılatıcı bir azab vardır. Ona ayetlerimiz okunduğunda, sanki işitmiyormuş ve kulaklarında bir ağırlık varmış gibi, büyüklük taslayarak (müstekbirce) sırtını çevirir. Artık sen ona acı bir azap ile müjde ver.” (Rum Suresi, 6-7)

www.Kurandapeygamberdualari.beyazsiteler.com

Kuran İlahi bir Kitap olduğu için elbette diğer kitaplara benzemez ve onlarla kıyaslanamaz. Kuran’ın kendine has özel bir üslubu vardır. Kuran’ı -özelikle de Kuran’ın müteşabih ayetlerini- doğru ve gereği gibi yorumlayabilmek için aynı zamanda Kuran’ın genel üslubunu, temel ruhunu hakkıyla kavramış olmak gereklidir. Kuran’ın ruhuna uygun bir bakış açısına sahip olmak Allah’ın Kuran’la bildirdiği çeşitli ilimleri gereği gibi anlayabilmek için önemli bir şarttır.

Kuran’ı Yorumlamayı Bilmemek


Kuran insanlar için gereken her türlü bilgiyi içinde barındıran mucizevi bir kitaptır. Bu da Kuran’daki sonsuz ilahi hikmetten kaynaklanır. Belirli sayıdaki ayetlerin içine sınırsız bir ilim, üstün bir hikmetle yerleştirilmiştir. Ayetler kendi içlerinde zahiri, batıni, iç içe geçmiş ve katlanmış pek çok anlam içerdikleri gibi ayetlerin birbirleri arasındaki bağlantılardan da birçok anlamlar çıkar. Kimi zaman tek bir ayetin açıklaması bile müstakil bir kitap konusu olabilir. Bu sebeple, Kuran’ı yorumlamak için herşeyden önce Kuran’ın geneline hakim olmak şarttır.

Ayetleri doğru yorumlayabilmek, asıl manayı anlayabilmek için, Kuran’ın geneline hakim olmanın yanı sıra, İslam alimlerinin bu konuda izledikleri yolları da bilmek gereklidir.

Bu yolların en önemlilerinden biri, bir ayeti Kuran’da bulunduğu yere göre değerlendirmektir. Kuran’da çoğu zaman bir ayetin anlamı o ayetin içinde geçtiği konu bütünlüğünden anlaşılır. Ayetin gelişi ve devamındaki ayetler o ayetteki anlamın net olarak anlaşılmasını sağlar. Bu durum İslami literatürde, ayetin “siyak ve sibakı” yani “gelişi ve gidişi” olarak adlandırılır. Bu nedenle, pek çok ayeti bulunduğu yerden ayırarak, başını sonunu dikkate almadan, yalnızca içinde geçen kelimelere göre yorumlamaya kalkmak çok yanlış anlamlar çıkmasına sebep olabilir.

Pek çok dönemde, bazen cehalet sonucu bazen de maksatlı olarak, ayetlerin bu şekilde hatalı tefsir edilmesi, Kuran’ın yanlış anlaşılmasına ve Kuran hakkında art niyetli çevreler tarafından çeşitli iftiralar atılmasına yol açmıştır.

Ayetlerde geçen kelimelerin anlamlarını yine ayetleri esas alarak anlamaya çalışmak gerekir.

Pek çok kelime Kuran’da özel anlamlarda kullanılır. Kuran’ın belli bir yerinde kullanılan bir tabirin hangi anlamda kullanıldığı çoğu zaman o tabirin Kuran’ın başka bir yerinde kullanılma şeklinden anlaşılır. Kimi zaman bir kelimenin birden fazla anlamı olabilir. Böyle bir kelimenin, yer aldığı ayette hangi anlamda kullanıldığı, o kelimenin Kuran’ın başka yerlerinde hangi anlamda kullanılmış olduğundan anlaşılır. Yoksa sözlüğü açıp Kuran’da gördüğü her kelimeyi ilk manasıyla ele almak çok yanlış, hatta bazen tam tersi anlam ve yorumlar çıkarmaya sebep olabilir. Bundan da anlaşıldığı gibi, Kuran kendi kendini açıklayan bir kitaptır. Bir ayetin tefsiri, açıklaması bazen bir başka ayetin veya birkaç ayetin anlamında saklı olabilir.

Ayetleri doğru yorumlamanın önemli şartlarından biri de Kuran’ın ruhunu kavramış olmaktır.

Kuran’ın ruhunu kavrayabilmek için de Kuran’ın geneline hakim olmak gereklidir. Allah’ın sonsuz merhamet, şefkat ve adaletinin Kuran’ın pek çok ayetindeki tecellisi (yansıması) görülüp anlaşılmalı ve Kuran’ın geneli bu bakış açısına göre değerlendirilmelidir.

Son derece önemli olan bir konu da, Müslümanların kendi yorum ve değerlendirmelerine göre Kuran’dan hüküm çıkarmamalarıdır. Salih bir Müslüman bu konuda büyük İslam alimlerinin yorumlarına tabi olmalı, onların ilmihallerde yaptıkları açıklamalara göre hareket etmelidir.

Müminlerin Kuran’ı Anlamalarındaki En Önemli Vasıfları Vicdan ve Samimiyetleridir
Kuran tüm insanlığı doğruya çağıran bir davettir, ancak Kuran’ı sadece iman edenler gereği gibi kavrayabilirler. Müminlerden farklı bir ruh haline ve karaktere sahip din ahlakından uzak kimselerin Kuran’ı anlayamamaları da gayet doğaldır.

Kuran, son derece açık, sade ve anlaşılır bir dile sahiptir, ancak samimi ve vicdanlı kimselerin anlayabilecekleri özellikte bir Kitaptır. Henüz İslam’la tanışmamış, iman etmemiş herhangi bir insan, açık bir kalple, ön yargısız ve samimi olarak yaklaştığında, taşıdığı bu mümin vasıfları nedeniyle Kuran’ın Yüce Allah’ın sözü olduğunu vicdanıyla fark edecektir. Zira, gerek üslubundaki heybet, mükemmellik ve sadelik, gerekse içerdiği üstün ilim ve hikmetle Kuran’ın bir insan sözü olmadığını, ilahi bir Kitap olduğunu her vicdanlı kişi kabul eder. Bu vicdanlı kişi iman edip saygı ve samimiyet ile yaklaştığı takdirde ise Kuran’ın hikmetli manaları Allah’ın izniyle kendisine açılmaya başlar.

“Hiç şüphesiz, zikri (Kuran’ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.” (Hicr Suresi, 9) ayetiyle bildirildiği üzere Kuran’ın kıyamete dek geçerli olduğunu ve korunacağını bilen müminler bunun huzur ve güvenini yaşarlar. Kuran, insanın her hükmünden, her emrinden kesin olarak emin olduğu, kalbinde ve vicdanında hiçbir burukluk ve şüphe oluşmadan tabi olacağı Hak Kitap’tır. İnsanların böylesine “emin” bir yol göstericisinin olması çok büyük bir nimet ve Allah Katından verilmiş bir rahmettir. Allah, Kuran’ın müminler için önemini bir ayetinde şöyle haber vermektedir:

“Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.” (Nahl Suresi, 89)

www.idealmuslumankadin.beyazsiteler.com

23 Aralık 2012 Pazar

ALLAH PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İ HER ZAMAN KORUMUŞTUR


Allah, Peygamberimiz (sav)'in ve tüm müminlerin yardımcısı ve koruyucusudur. Allah, Peygamberimiz (sav)'e her zaman yardım etmiş, onun için zorlukları kolaylıklara çevirmiş, yolunu açmış, onu maddi ve manevi olarak güçlendirmiş, salih müminlerle desteklemiş, düşmanlarının ise basiretlerini kapatarak, güçlerini alarak, tuzaklarını bozarak Peygamberimiz (sav)'e zarar vermelerini engellemiştir. Allah Tevbe Suresi'nde, Peygamberimiz (sav)'in yardımcısı olduğunu şöyle bildirir:

Siz O'na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir… (Tevbe Suresi, 40)

Ayette bildirildiği gibi, Peygamberimiz (sav) hiçbir zaman başkalarına muhtaç olmamış, Allah ona her zaman yardım etmiştir. Bu nedenle Peygamberimiz (sav)'in yanında bulunan hiç kimse yaptığı hizmet veya yardımlardan dolayı Peygamber Efendimiz (sav)’i minnet altında bırakamaz. Çünkü gerçekte Peygamberimiz (sav)'e yardım eden Allah'tır ve o kişi olmasa da Allah başka bir insanı, meleklerini veya cinleri vesile edip Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e yardım eder.

Allah bir başka ayetinde ise, Peygamberimiz (sav)'e insanlardan korkmadan büyük bir cesaretle, hak olarak bildiği dini, insanlara tebliğ etmesini bildirmiş ve onu koruyacağını vaad etmiştir. Ayette şöyle buyrulur:

Ey peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz, Allah, kafir olan bir topluluğu hidayete erdirmez. (Maide Suresi, 67)

Allah'ın gücünü, olayların iç yüzünü kavrayamayan sığ ve dar görüşlü inkarcılar, Peygamberimiz (sav)'e karşı üstün gelebileceklerini, onu korkutabileceklerini veya etkisiz bırakabileceklerini sanmışlar ve bu nedenle sürekli tuzaklar kurmuşlardır. Bu insanlar, Allah'ın Peygamberimiz (sav)'in üzerindeki korumasının farkında değildirler ve bunu kavrayamamaktadırlar. Kendilerini Peygamberimiz (sav)'den çok daha üstün ve güçlü zannetmişlerdir. Ancak Allah, hepsinin biraraya gelerek kurdukları çok detaylı tuzakları bozmuş, hatta bir mucize olarak kurdukları tuzakları kendi aleyhlerine döndürmüştür. Hiçbir tuzakları işe yaramamıştır. Biraraya gelip tuzaklarını planlarken, Allah'ın onları gördüğünü, işittiğini, içlerinden geçenleri okuduğunu anlayamayan, Peygamberimiz (sav)'den gizleseler bile Allah'tan gizleyemeyeceklerini kavrayamayan, Peygamberimiz (sav)'in tüm gücün sahibi olan Allah'ın sevgili kulu ve dostu olduğunu düşünmeyen bu insanlar için Allah Kuran'da şöyle bildirmektedir:

Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30)

Allah bir başka ayetinde ise, Peygamberimiz (sav)'e kimsenin zarar veremeyeceğini, Allah'ın, Cibril'in ve salih müminlerin onun dostu, yardımcısı, destekçisi olduğunu şöyle haber vermektedir:

Eğer sizler (Peygamberin iki eşi) Allah'a tevbe ederseniz (ne güzel); çünkü kalbleriniz eğrilik gösterdi. Yok eğer ona karşı birbirinize destekçi olmaya kalkışırsanız, artık Allah, onun mevlasıdır; Cibril ve mü'minlerin salih olan(lar)ı da. Bunların arkasından melekler de onun destekçisidirler. (Tahrim Suresi, 4)

Allah, Duha Suresi'nde ise Peygamberimiz (sav)'in üzerindeki yardım ve nimetlerini şöyle bildirmiştir:

Rabbin seni terk etmedi ve darılmadı. Şüphesiz senin için son olan, ilk olandan (ahiret dünyadan) daha hayırlıdır. Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın. Bir yetim iken, seni bulup da barındırmadı mı? Ve seni yol bilmez iken, 'doğru yola yöneltip iletmedi mi? Bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi? (Duha Suresi, 3-8)

Peygamberimiz (sav), her işinde, en zor anlarında dahi Allah'ın kendisine yardım edeceğini bilerek, tevekkül etmiş, korku ve endişeye kapılmamıştır. Yanındaki müminlere de Allah'ın kendileri ile birlikte olduğunu, herşeyi görüp işittiğini söylemiş, onların da sukunet içinde olmalarına vesile olmuştur.

Peygamber Efendimiz (sav)’i örnek alarak onun yolunu izleyenler de, Allah'ın rahmetinden ve yardımından hiçbir zaman umut kesmemeli, Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini umarak hayırlarda yarıştıkları sürece Allah'ın daima onların yanında olduğunu bilmelidirler. Allah bir ayetinde müminlere şöyle bir vaadde bulunur:

… Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır. (Hac Suresi, 40)

20 Aralık 2012 Perşembe

Üstün Kalite ve Sevgi Anlayışı İslam Ahlakının Dünya Hakimiyetine Vesile Olacaktır


Günümüzde birçok Müslüman ülkede gerçek İslam anlayışından uzak kalitesiz bir yaşam sürmektedir. Bu kalitesizlik, sadece birtakım görgü kuralları ve nezaketten uzak tavırlar demek değildir. Kalitesizlik, Allah'ı gereği gibi takdir edememekten, gerçek Kuran ahlakını yaşamamaktan kaynaklanan yanlış bir hayat tarzıdır. Bu yanlış hayat tarzı kişinin düşünce şeklinden hayattan aldığı zevklere, hayatındaki hedeflerinden güzellik, estetik ve espri anlayışına, sohbet konularından mimiklerine kadar tüm yaşamını kapsayan geniş bir anlama sahiptir.
İnternetteki arama sitelerinden birinin görseller bölümüne İngilizce olarak “Müslüman” yazıldığında ilk sıralardaki resimlerde bayrak yakan, birbirine saldıran, yüzlerinde nefret dolu, korkunç bir ifadeyle bağırıp çağıran insanlar çıkar. İşte bu, dünyada Müslümanlar hakkında oluşturulmaya çalışılan yanlış imajın küçük bir yansımasıdır.

Dünyadaki yanlış İslam algısının nedeni, Kuran’da bildirilen ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in yaşadığı gerçek İslam’a uyulmamasıdır. Bu birçok insanın bildiği ancak tam olarak anlamadığı bir durumdur. Çünkü bazı insanlar dinimizde olmayan hurafeleri var gibi göstermektedir. Birçok Müslüman ülkede hurafelerle dolu, sevgiden, anlayıştan, güzellikten, estetikten yani kaliteden uzak bir İslam anlayışı hakimdir ve hatta bu, makbul görülmektedir.

Bu yanlış örnekler nedeniyle birçok insan Müslüman denilince katı, sevgisiz, neşesiz, sanattan anlamayan, bilimi dışlayan, espri kalitesi olmayan, giyinmeyi bilmeyen, müzikten zevk almayan, nezaketli olmayan, şefkati yaşamayan insanları aklına getirmektedir. Bu elbette ki çok büyük bir yanılgıdır ve farkında olmadan birçok insana zarar vermekte ve insanları İslam’a yönelmekten uzaklaştırmaktadır.

Samimi Müslüman Kaliteyi Ruhunda Yaşar
Bazı insanların kalite anlayışı Allah’ın Kuran’da dikkat çektiği kalite anlayışından çok farklıdır. Bu insanların kalite anlayışı pahalı bir araba, markalı giysiler, çok güzel bir ev ve iyi eğitimle sınırlıdır. Elbette Allah’ın sunduğu bir nimet olarak bu sayılanlar güzel ve estetik görünmeyi sağlayabilir. Fakat esas olarak kalite ruhta yaşanır.

Allah insanı, diğer tüm varlıklardan farklı olarak ‘ruh sahibi’ olarak yaratmıştır. Dolayısıyla tüm diğer varlıklardan farklı olarak, bir insanın, ruhundaki zenginlik muazzam bir etki oluşturur. Ruhtaki bu zenginlik insanın kalitesini arttırır. Her insan, ruhunun güzelliği oranında kaliteyi yaşar. Ruhtaki güzellik ise Allah'ın yüceliğini hakkıyla takdir edebilen, yaptığı işlerin her aşamasında yüksek bir ahlak gösteren samimi bir Müslümanda ortaya çıkar. Allah korkusu ve Allah sevgisiyle hareket ettiği için, tavır ve konuşmalarında her zaman vicdanını, aklını ve iradesini kullanan samimi bir Müslüman, Allah’ın Kuran'da emrettiği gibi sözün en güzelini söyler, en güzel davranışlarda bulunur. Bunun sonucunda da, herkesin birlikte olmaktan hoşnut olacağı; varlığı ile çevresine rahatlık, huzur, neşe veren kaliteli bir kişi olur.

Böyle bir kişi aynı zamanda karşılaştığı her ortamda, öncelikli olarak nefsinin istekleri yerine, Allah'ın rızasına uygun olanı gözetir. Kendi rahatı, ihtiyaçları, istekleri yerine; Allah rızası için hep başkalarının rahatını, ihtiyaçlarını ve isteklerini ön planda tutar. Bunun için fedakarlık yapar, emek harcar; fakat bunun karşılığını yalnızca Allah'tan umar. İşte bu üstün ahlak kişiye asil ve kaliteli bir ruh kazandırır. Bu kişilerde, tanıyanlarda hayranlık ve takdir hisleri uyandıran yüksek bir ahlak, maddi hiçbir şeyle elde edilemeyen üstün bir kişilik görülür.

Kalbi sürekli Allah ile beraber olan ve ahiretteki sonsuz cennet hayatını kazanma şevki içinde yaşayan bir mümin, Allah'ın bir nimeti olarak güçlü bir ruh derinliğine sahiptir. Ruhundaki bu kalite, gördüğü güzelliklerden aldığı hazda, olaylar karşısındaki duyarlılığında, olayların hikmetini kavramadaki şuur açıklığında, sevgisinde, şefkatinde, adaletinde, ince düşüncesinde kısacası hayatının her anında önemli bir farklılık oluşturur. Bu nedenle Kuran ahlakını tam olarak yaşayan müminler çok güzel ahlaklı, asil bir ruha sahip, derin düşünen, hedefleri, düşünceleri geniş olan çok kaliteli insanlar olurlar.

Kalitesizlik, Eziklik ve Sevgisizlik Meydana Getirir
Kalite, Müslüman için hayatın her yönünde vazgeçilmez bir özelliktir. Fakat İslam dinini yanlış anlayanlar çok kalitesiz bir İslam anlayışını anlatmaya ve yaşamaya gayret ederler. Bu nedenle bazı insanlar da İslam dinini bunların yaşadıkları hayatla özdeşleştirir ve İslam’a karşı tavır alırlar. Bu kişilerin yanlış anlayışı yüzünden Müslümanlar dünyanın bir çok ülkesinde şiddetli tepki alır. Bu kişiler yanlış anlayışları nedeniyle çoğunlukla bakımsız, kirli, çirkin, İslam’a ve Kuran’a uygun olmayan bir yapıyı İslam dini olarak sunarlar. Yemek yemede, kıyafette, konuşmada çok kalitesiz davranırlar ve bu kalitesizliklerini sürdürme konusunda da oldukça ısrarcı olurlar. Güzelliği tamamen ortadan kaldırmaya yönelik bir model oluştururlar ve güzelliği haram gibi görür, çirkin ve bakımsız bir insanın ise takva olduğunu iddia ederler. Müzik dinlemez, resimden hoşlanmaz, insanlardan uzak durur, konuşmaz, iltifat etmezler. Bu düşünceleri nedeniyle hayatlarının her anında kalitesizliği yaşadıklarından hayata küserler.

Allah’ın emrettiği namazı kılar, orucu tutarlar, fakat bu emirleri yerine getirmek onlara sevinç vermez, tam aksine suratları asıktır. Kalitesizliğin çöküntüsünü yaşadıklarından evlerinin içi, kendileri, hatta yaşadıkları şehirler bile bakımsız ve kalitesiz olur. Sokaklarda renksiz, ağaçsız, çiçeksiz bir ortam, etrafa atılmış çöpler, estetikten uzak binalar, bakıma muhtaç tarihi yapılar hakimdir.

Bu kişilerin birbirlerine karşı davranışları da saygıdan uzaktır. Birbirlerine ve kadınlara saygı duymaz, konuşmalarında aşağılayıcı bir üslup benimserler. Birbirlerinin hakkına saygı duymaz, çekiştirir, bağırır, çağırır ve kavga ederler. Bu kişilerin olaylara karşı tepkileri de kaba kuvvete dayalıdır. Bayrak yakan, öfke, nefret ve katletmeyi haykıran, ellerinde sopalar, yüzlerinde nefret olan bu kişiler herkes için çok itici bir tablo çizerler.

Kalitesiz kişilerin belirgin özelliklerinden biri de baskı ve zorlamayla kendi hayatları ve inançlarını başka insanların benimsemesini istemeleridir. Dini vecibeleri yerine getirmeyen veya inancı zayıf olan kişilere sözle ve fiili olarak işkence yapar, hatta öldürmenin bile makul olduğunu vurgularlar.  Oysa Allah Kuran’da baskıyı haram kılmıştır. Kuran’a göre Müslüman anlayışlı, sevecen olmalı, karşısındakine doğruyu güzel sözle anlatmalı, onun fikrine ve değerlerine saygı göstermeli, sadece kendisi için değil tüm insanlar için en güzel ortamı sağlamalıdır.

Demokrasiyi ve özgürlüğü kısıtlayan, estetik ve güzellikten uzak olan davranışlar ise, insanların genelinde müthiş bir rahatsızlık ve tepki oluşturur. Bu tepkiyi yobazlar, İslam’a karşı olunduğu şeklinde açıklasalar da aslında gösterilen tepki kalitesizliğedir. Kuran’da anlatılan İslam anlayışı ise kaliteli yaşamı beraberinde getirir.

İslam'da Kalite Kuran’ın En Temel Konularından Biridir
Allah en yüksek kaliteyi cennette yaratmıştır. “Her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün.” (İnsan Suresi, 20) ayetinde haber verildiği gibi cennetin her yerinde kalite ve güzellik hakimdir:

Kıyafetler kalitelidir:
“Hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan (elbiseler) giyinirler, karşılıklı (otururlar).” (Duhan Suresi, 53)

Evler ve sokaklar kalitelidir:
“Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar ise, onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu), Allah'ın va'didir. Allah va'dinden dönmez.” (Zümer Suresi, 20)

Eşyalar kalitelidir:
“Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız.” (Zuhruf Suresi, 71)

İnsanlar kaliteli ve güzeldir:
“Orada huyları güzel, yüzleri güzel kadınlar vardır.” (Rahman Suresi, 70)

Allah’ın cennette yarattığı bu güzellik ve kalitenin dünyadaki benzeri ise, ancak gerçek İslam ahlakının yaşanması ile yaşanabilir. Gerçek İslam dininde iltifat, gönül alma, fedakarlık, ince düşünce, barış, sevgi, şefkat, merhamet, demokrasi, fikir özgürlüğü, eğlence, neşe, estetik bir mimari, güzel, bakımlı, cazibeli insanlar vardır. Böyle bir İslam anlayışı dünyada İttihat-ı İslam’ın kabul edilmesine ve dünyada İslam ahlakının hakim olmasına vesile olur. Günümüzde bu İslam anlayışının hakim olmasını sağlayacak olan ise Hz. Mehdi (a.s.)’dır. Nitekim hadislerden bu dönemde insanların hep güzellikle karşılaşacakları, ahlakları gibi yaşadıkları yerlerin, bahçelerin, evlerinin dekorasyonun, kıyafetlerinin, dinledikleri müziğin, eğlence şekillerinin, resimlerinin, sohbetlerinin de güzelleşeceği anlaşılmaktadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde Hz. Mehdi (a.s.) zamanında yaşanacak bu güzel ortamı şöyle müjdelemiştir:

“ALEMDE VİRAN BİR YER KALMAYACAK VE HZ. MEHDİ (A.S.) HER YERİ ONARACAK, ABAD (MAMUR VE ŞEN) EDECEK.” (El Mehdiyy-il Mev’ud, c:1, sf. 264)

Kalite, hayatın en önemli süslerindendir. Kalite kaybolduğu zaman insanlar içine kapanır, huzursuzlaşır, bencilleşir, duyarsızlaşır. İbadetlerini yine yerine getirirler, ama kalitesizlikten mutsuz hale gelirler. Karanlık, kasvetli evler, estetikten uzak mekanlar, bakımsız ibadethaneler insanlara mutluluk getirmez. Bakımsız görünümlü, yüzünde sevgi ifadesi olmayan, bezgin, kızgın ifadeli, olumsuz konuşan, güzelliklerden zevk almayan hatta bunları yok etmeye çalışan, kısacası olumsuzluklarını çevrelerine yayan insanlar toplumda yaygınlaşır.

Böyle bir toplumda ise kardeşlik, güzellikler, sevgi, huzur kısacası konfor yok olur. İnsanlar birbirinden uzaklaşır ve hatta birbirinden çekinir, korkar hale gelir.

Bu beladan kurtulmanın tek yolu ise Kuran’da bildirilen, hurafelerden uzak İslam ahlakına tam uyulmasıdır.

Hayatı Boyunca Çok Sayıda İnsanın Hidayetine Vesile Olan Canımız Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Kalite Anlayışı Hepimiz İçin Bir Yol Göstericidir
Peygamberimiz (s.a.v.) her konuda son derece kaliteli bir yaşam sürmüş, her zaman yüksek bir ahlak göstermiştir. Yiyeceklerin en güzel, en temiz olanlarından yemiş, kıyafetlerin en güzel olanlarını kullanmıştır. Cübbesi her zaman bembeyaz tertemizdir, dişlerinin parlaklığı, temizliği örnektir. Geçtiği yollarda mis gibi kokusuyla güzel bir iz bırakmış, bulunduğu ortamları hep adeta cennete çevirmiştir. Hatta çöl gibi bir ortamda gül bahçeleri oluşturacak kadar güzelliğe ve estetiğe düşkündür. O dönemdeki imkanlarla olabilecek en güzel şartları oluşturmuş yani çok kaliteli bir yaşam sürmüştür.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in seçtiği kelimeler, kullandığı cümleler, hitap şekilleri çok ama çok kalitelidir. Hz. Ayşe (r.a.), "Resulullah (s.a.v.)'dan daha güzel ahlaka sahip hiç kimse yoktur. Ashabından ve ailesinden birisi kendisine seslenince, 'Buyrun' diye karşılık verirdi. Bu sebeple Allah, ona, 'Sen yüksek bir ahlak üzeresin' buyurmuştur" diyerek, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'de gördüğü güzel ahlakı anlatmıştır. Kadınlara verdiği önem ve öncelik de onun kalitesinin göstergelerindendir. Çocuklara olan sevgisi, hep güzel söz söylemesi, ince düşünceli olması, Allah’tan çok korkması, çok vicdanlı olması kısacası bizim örnek aldığımız bütün güzel ahlak özellikleri Peygamberimiz (s.a.v.)’in kaliteye verdiği önemin delillerindendir.

Efendimiz (s.a.v.), çağındaki en modern, en kaliteli insandır. En merhametli, en güzel giyinen, en güzel davranan, aklını en güzel kullanan, en şefkatli ve merhametli, en adaletli kişidir. Bu güzel ahlakın tam olarak ve herkes tarafından yaşanması ise Allah’ın izniyle  İslam’ın Altınçağı olan Hz. Mehdi (a.s.) devrinde yaşanacaktır. Bu değerli zatın vesilesiyle dünya adeta cennet ortamına dönecek, bolluk, bereket, güzellikler artacak, herkes birbirine sevgi, şefkat, barış sunacak ve her zaman başkasını ön planda tutacaktır.

Kalitesizlik, İslam Düşmanı Gizli Bir Güçtür
Müminler, Kuran ahlakının kazandırdığı üstün bir kalite anlayışının, İslam'ın tüm dünyaya tebliğ edilmesinde ne kadar önemli bir yer tuttuğunun farkındadırlar. Her şeyden önce iman eden bir kimse, sözleriyle olduğu kadar tavırlarıyla da çevresindeki insanlara Kuran ahlakını tebliğ etmektedir. Bu nedenle bir mümin, Kuran ayetlerinde bildirilen tüm güzel ahlak özelliklerini ve tavır inceliklerini en başta kendisinin en mükemmel şekilde yaşaması ve örnek olması gerektiğinin de bilincindedir. Zira kalitesizlik, aslında İslam düşmanı, içten içe Müslümanlara zarar veren, Kuran ahlakının tebliğini olumsuz yönde etkileyen gizli bir güçtür. İslam ahlakını savunurken ve başkalarını da Kuran ahlakını yaşamaya çağırırken, kişinin kendisinin Kuran ahlakını gereği gibi yaşamaması, iman derinliğine yakışmayacak tavırlarda bulunması, gizliden gizliye İslam ahlakının tebliğine zarar verebilecek tavırlardır. Kalitesiz insanların, Kuran ahlakıyla bağdaşmayan kalitesiz davranışlarla güzel ahlakı ve kaliteyi savunmaları, insanlar üzerinde gereken etkinin oluşmasını engelleyebilir. Pek çok insan, kendilerine güzel ahlakı tebliğ eden insanların tavırlarındaki bu eksiklikler nedeniyle olumsuz yönde etkilenebilir. Bu durum, onların Kuran ahlakı hakkında yanlış kanaatler edinmelerine ve sırf bu tarz kişilerin davranışları nedeniyle İslam'dan uzaklaşmalarına neden olabilir.

Unutulmamalıdır ki her mümin, tek başına İslam'ı ve tüm Müslümanları temsil eden önemli bir görev üstlenmiş durumdadır. Hayatının her anında her nerede, hangi şartlar altında ve nasıl insanlarla birlikte olursa olsun, Kuran'a uygun yaşantısından taviz vermemelidir. Bulunduğu ortama, muhatap olduğu insanların ahlaklarına, konumlarına ya da maddi güçlerine, yaptığı işe, içerisinde bulunduğu sohbetin konusuna göre değişkenlik göstermemelidir. Çünkü böyle bir tavır Kuran ahlakına uygun değildir. Allah Kuran ayetlerinde, "sürekli olan salih davranışların makbul olduğunu" bildirmektedir. Mümin, Allah'ın en çok razı olacağı umulan tavırlarda hayatının sonuna kadar kararlılık gösterir. Allah'ın rızasına uygun olmayacağını bile bile, Kuran ahlakıyla bağdaşmayacak tavırlar içerisine girmez. Allah'ın Kuran'da bildirdiği ve övdüğü takva ahlakına uygun olan budur. Allah Kuran'da, müminlerin "takva sahiplerine önder olacak örnek kimseler" olmayı hedefleyen kimseler olduklarını şöyle bildirmektedir:

“Ve onlar: "Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl," diyenlerdir.” (Furkan Suresi, 74)

18 Aralık 2012 Salı

PEYGAMBERİMİZ (SAV)’İN TEBLİĞİ


Hz. Muhammed (sav), Allah'ın "Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi doğru bir istikamet tuttur..." (Şura Suresi, 15) ayetiyle de bildirdiği gibi insanları uyarmakla görevlendirdiği son peygamberidir.
Peygamberimiz (sav), tüm diğer elçiler gibi insanları doğru yola, Allah'a iman etmeye, ahiret için yaşamaya ve güzel ahlaka çağırmıştır. Bu daveti sırasında kullandığı yöntemler, konuları anlatış şekli, üslubu her Müslümana örnek olmalı, her Müslüman insanları dine davet ederken Peygamber Efendimiz (sav) gibi konuşmalı ve davranmalıdır.

Kuran'da Peygamberimiz (sav)'e, kendisinin insanları uyarmakla görevli olduğunu belirtmesi şöyle emredilmiştir:

De ki: "Bu, benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah'a davet ederim; ben ve bana uyanlar da. Ve Allah'ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim." (Yusuf Suresi, 108)

Peygamber Efendimiz (sav) insanları uyarmak için elinden geleni en fazlasıyla yapmış, mümkün olan en fazla sayıda insanı uyarmak için çaba göstermiştir. Bir ayette şöyle bildirilir:

De ki: "Şahidlik bakımından hangi şey daha büyüktür?" De ki: "Allah benimle sizin aranızda şahiddir. Sizi -ve kime ulaşırsa- kendisiyle uyarmam için bana şu Kuran vahyedildi. Gerçekten Allah'la beraber başka ilahların da bulunduğuna siz mi şahidlik ediyorsunuz?" De ki: "Ben şehadet etmem." De ki: O, ancak bir tek olan ilahtır ve gerçekten ben, sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım. (Enam Suresi, 19)

Peygamberimiz (sav) Kuran'ı tebliğ ederken, müşriklerin atalarından kendilerine miras kalan sapkın dinlerini tamamen değiştirmiş ve bu nedenle onların baskı ve karşı koymaları ile karşılaşmıştır. Ancak o Allah'ın emrine uyarak, onların baskı ve alaylarına hiçbir zaman aldırış etmemiştir. Allah, Peygamberimiz (sav)'e ayetlerde şöyle buyurmaktadır:

Öyleyse sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklere aldırış etme. Şüphesiz o alay edenlere (karşı) biz sana yeteriz. (Hicr Suresi, 94-95)

Günümüzde de Müslümanların, insanların rızalarını gözetmeden, kim ne der diyerek düşünmeden Kuran ahlakını insanlara anlatmaları, Peygamberimiz (sav)'in sünnetine uyarak "kınayanın kınamasından korkmamaları" gerekir. Bu, Allah'ın razı olacağı ve cenneti ile müjdelediği bir ahlak ve takva alametidir. Peygamber Efendimiz (sav), Müslümanlara bu sünnetine uymalarını şöyle bildirmiştir:

"Benim tebliğ ettiklerimi, beni görenler (şahid olanlar) görmeyenlere tebliğ etsin, duyursun." (1)

Peygamberimiz (sav) insanlara Allah'ın sonsuz güç sahibi olduğunu anlatmıştır
İnsanların Allah'ın gücünü gereği gibi takdir edip, O'ndan korkup sakınarak güzel ahlak göstermeleri için Peygamberimiz (sav) insanlara Allah'ın gücünün ve yaratışındaki ihtişamın delillerini anlatmış, onların Allah'ı severek O'ndan korkup sakınmalarına vesile olmuştur. Kuran'da Peygamberimiz (sav)'e, Rabbimiz’in yaratışının delillerini ve gücünü şu ayetlerle anlatması bildirilmiştir:

De ki: "Gördünüz mü söyleyin; Allah, kıyamet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah'ın dışında size aydınlık verecek ilah kimdir? Yine de dinlemeyecek misiniz?" De ki: "Gördünüz mü söyleyin, Allah kıyamet gününe kadar gündüzü sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa Allah'ın dışında size içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir? Yine de görmeyecek misiniz? (Kasas Suresi, 71-72)

Hz. Muhammed (sav), ahirete inanmayanlara da Allah'ın dünyadaki yaratılış delillerini anlatmış ve tüm bunları yaratmaya kadir olan Allah'ın elbette ahirette bunların benzerlerini de yaratmaya güç yetirdiğini açıklamıştır. Peygamberimiz (sav) bu önemli gerçeği kavmine şöyle
bildirmiştir:

De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın da, böylelikle yaratmaya nasıl başladığına bir bakın, sonra Allah ahiret yaratmasını (veya son yaratmayı) da inşa edip yaratacaktır. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir." (Ankebut Suresi, 20)

Peygamberimiz (sav), Allah'ın her türlü eksiklikten münezzeh olduğunu, hiçbir şeye ihtiyaç duymadığını insanlara tebliğ ettiği ayetlerden bazıları şöyledir:

De ki: "O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç) beslenmezken, ben Allah'tan başkasını mı veli edineceğim?" De ki: "Bana gerçekten Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve: Sakın müşriklerden olma." (denildi.) De ki: "Şüphesiz ben, Rabbime isyan edersem o büyük günün azabından korkarım." (Enam Suresi, 14-15)

Allah'ın eşi, benzeri olamayacağı ve Rabbimiz’in herşeyin tek sahibi olduğu Kuran'da şöyle bildirilmiştir:


De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah'tır." De ki: "Öyleyse, O'nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?" De ki: "Hiç görmeyen (a'ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?" Yoksa Allah'a, O'nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: "Allah, herşeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır." (Rad Suresi, 16)

Hz. Muhammed (sav), Allah'ın varlığını bildikleri halde O'nun üstün kudretini düşünmeyen, bundan dolayı O'nun büyüklüğünü takdir edemeyen kavmine, Allah'ın varlığını ve büyüklüğünü ikrar ettirmiştir. Ve bunun ardından, onları öğüt almaya ve korkup sakınmaya davet etmiştir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?" "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" De ki: "Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?" "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de sakınmayacak mısınız?" De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Herşeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken kendisi korunmuyor." "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?" (Müminun Suresi, 84-89)

15 Aralık 2012 Cumartesi

Dua Sıkıntı ve Zarara Yol Açan Olaylara Karşı Adeta Bir Set Oluşturur


Müminlerle zayıf imanlı kişilerin duaları arasında ne gibi farklar vardır?

İnsan dua ederken nelere dikkat etmelidir?

“Ya olursa” mantığıyla dua etmek neden büyük bir gaflettir?


Bazı insanlar bir alışkanlık olarak, özellikle de zor durumda kaldıklarında hemen Allah'a dua ederler. Ancak bu insanların duası, müminlerin duasından çok farklıdır. Çünkü bu gibi kişiler sadece zorluk anlarında Allah'a muhtaç olduklarını hatırlar ve o andaki sıkıntıdan kurtulmak için Yüce Allah’a yönelerek dua ederler. Oysa insanın hayatında Allah'a muhtaç olmadığı tek bir an bile yoktur. İşte iman zafiyeti içinde olan kişilerle müminlerin dualarındaki fark burada ortaya çıkar.

Müminler her zaman ve her durumda Allah'a yönelirler. Dua etmek için kendilerine bir sıkıntı dokunmasını beklemezler. Allah'a her an yakınlaşma ihtiyacı içindedirler. Ancak zayıf imanlı kişilerin karakterlerinin en belirgin özelliği ise, Allah'a karşı son derece nankör ve ikiyüzlü olmalarıdır. Kendileri sıkıntıdayken her şeyi bir kenara bırakarak Allah'a dua eder, sıkıntıları geçince de sanki dua eden kendileri değilmiş gibi (Allah’ı tenzih ederiz) Allah'ı unuturlar. Çünkü çoğunlukla olayların büyük bir bölümünün Allah'tan başka varlıkların kontrolünde gerçekleştiğini sanırlar. Bu kişiler dünyadaki her şeyin Allah'ın iradesiyle gerçekleştiğini bilmemektedirler. Bu sığ görüşlülükleri sebebiyle, gerçekleşmesini istedikleri herşeyin zaten Allah'ın kontrolünde olduğunu hesap edemezler. Örneğin, bir hastalıkla muhatap olduklarında kendilerini iyileştirecek olanın, doktorlar, ilaç veya hastanenin üstün teknolojik imkanları olduğunu düşünürler. Her hastalığa şifa verenin, gerekli ilacı, doktoru da var edenin Allah olduğunu düşünemezler. Çok güvendikleri doktorlar, ilaçlar yetersiz kalınca, o ana kadar çok az düşündükleri, hatta belki de hiç düşünmedikleri Allah'a sığınma fikrine yönelirler. Oysa şifa verecek olan yalnızca Allah'tır. Söz konusu insanlar bunu kavrayamazlar ve nankörce bir tavır içinde olurlar. Bu nankörlükleri bir ayette şöyle haber verilir:

“İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir.” (Yunus Suresi, 12)

Her insanın zor anında Allah'ı aklına getirmesi, aslında herkesin tek sığınacağı varlığın Allah olduğunu bildiği anlamına gelmektedir. Daha önce nefsin çıkarlarına ters geldiği için göz ardı edilen bu gerçek, büyük bir sıkıntıyla karşılaşınca hemen hatırlanır. 



Dua, Allah'a Ulaşabilmenin En Kolay Yoludur
İnsan dua ederken Allah’ın sıfatlarını düşünmelidir. O, insana şah damarından daha yakın olan, herşeyi bilen ve işitendir. İnsanın içinden geçirdiği tek bir düşünce dahi Allah'tan gizli kalmaz. O halde Allah'tan bir istekte bulunulması için, insanın samimi olarak sadece düşünmesi bile yeterlidir. İşte Allah'a ulaşmak bu denli kolaydır.

Furkan Suresi'nin 77. ayetinde, insanlar "Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?" ifadesiyle uyarılırlar. Duasız bir hayatın Allah Katında herhangi bir değerinin de olamayacağı bu ayette özellikle vurgulanmıştır. Çünkü dua, Yüce Rabbimiz karşısında son derece aciz olan insanın O'na yöneleceği, hataları konusunda O'na itirafta bulunacağı ve sadece O'ndan yardım dileyeceği, O'nun varlığını ve gücünün büyüklüğünü hissedeceği ve günlük yaşantısının her anında bu bilinci koruyabileceği çok önemli bir vesiledir.

Çarşıda, sokakta, otomobilin içinde, okulda, işyerinde, kısacası her mekanda ve her zaman dua edilebilmesi, dua etmek için belli bir sınırın konulmamış olması Allah'la bağlantının kesintisizce sürmesini sağlar. Nitekim Allah ile yakın bir bağlantı kurarak samimi bir dua ile güne başlayan müminin gün içinde Allah'ın rızasını unutması ya da Allah'ın sınırlarını göz ardı etme ihtimali Allah'ın izniyle ortadan kalkmış olur. Güne dua ile başlayan insan, gün boyunca Allah'ın kendisini izlediğinin bilinci ile hareket eder. Gece duası ise gün içinde dünyevi uğraşlarla vakit geçiren insanın kendi kendine bir vicdan muhasebesi yapmasına vesile olur. İnsanın gün içinde başına gelen ve zahiren olumsuz gibi gördüğü olayları daha hikmetli, tevekküllü ve şuurlu bir biçimde değerlendirmesini sağlar. Böyle bir tefekkür gün içinde yapılan hataların gözden geçirilmesine ve bu hatalardan dolayı tevbe edilmesine, bağışlanma dilenmesine ve günlük uğraşıların insan ruhunda oluşturabileceği muhtemel olumsuzlukların önüne geçilmesine vesile olur. 

İnsanın sadece zorluklarla karşılaştığında dua etmesi, Allah’a içten yakınlıkla bağlantıdan uzak ve samimi olmayan bir davranıştır. İnsanın gün içinde aklına geldikçe sıklıkla yakınlık ve içtenlikle Allah'a dua etmesi Allah’ın razı olacağı güzel bir davranıştır. Unutulmamalıdır ki "Kendisi'nden başka hiçbir sığınılacak bulunmayan" tek Yüce Zat alemlerin Rabbi olan Allah’tır. 

www.Kurandadua.com 



Sayın Adnan Oktar Duanın Önemini Açıklıyor:

Vakit varken, imkan varken Allah’a samimi dua etmek lazım. Bela geldikten sonra değil. Duayı aksatmamak lazım. Dua aksatıldığında, bela yol bulur gelir, Allah esirgesin. Müslümanın gününü duasız geçirmemesi lazım. Sabah, öğle, akşam beş vakit namazında sürekli Allah ile bağlantı halinde olması lazım. Duanın kesilmesi belanın akışı için yol açar. Normalde settir belaya, dua. Seti açmış olursun. Açtın mı bela oradan akar geçer. Çünkü Allah’ı unutmuş oluyorsun. O zaman Allah kendini hatırlatacak başka bir şey yapabilir. (13 Mayıs 2012, A9 TV)



 Zorluk, Sıkıntı ve Musibetler Ancak Allah’ın İzni ve Yaratması ile İnsanlara Ulaşır

İnsanların başına deprem, yangın, sel gibi doğal afetlerin yanı sıra, kaza, hastalık gibi zahiren pek çok zarar ve sıkıntı gelebilir. Ancak tüm bu olaylar Allah’ın izni ve yaratması ile gerçekleşir. Allah bela ve musibet konusunda Yüce Zatına dua eden kullarını korur. Peygamberimiz (s.a.v.)’in “Bir şey isteyince Allah'tan iste. Yardım talep edeceksen Allah'tan yardım dile. Zira kullar, Allah’ın yazmadığı bir hususta sana faydalı olmak için biraraya gelseler, bu faydayı yapmaya muktedir olamazlar. Allah’ın yazmadığı bir zararı sana vermek için biraraya gelseler, buna da muktedir olamazlar.” (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 16. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, 1992, s. 314)

Hadiste bildirdiği gibi insanlar başlarına gelecek sıkıntı ve şer gibi görünen olayları dua ile üzerlerinden kaldırabilirler. Çünkü Allah’ın Hafız (Koruyan, gözeten, muhafaza eden) ismi vardır. Bu isme sığınarak dua etmek, insanın korunmasına vesile olacak önemli bir ibadettir. Ancak insan hiçbir zaman Allah’ın yarattığı kaderi yargılama ve eleştirme hakkına sahip değildir. Tam teslimiyetle iman etmiş bir kimse için Allah’tan gelen şer gibi de görünse mutlaka içinde bir hayır gizlidir. Aslında bu insanın bir malı sigortalattığında o mala zarar gelmesini önleyemediği halde sigorta yaptırmasına benzer. Tıpkı bu örnekte olduğu gibi eğer kişinin kaderinde varsa başına bela ve musibetler gelebilir. Ancak insan bunun Allah’ın yarattığı bir sır olduğunu bilerek, Allah’a teslim olup O’na için için yalvara yalvara dua etmeli ve Allah’ın bu güzel ismine sığınarak kendisini musibetlerden korumasını Yüce Rabbimiz Allah’tan dilemelidir. Çünkü Allah duaya icabet ettiğini bir ayetinde şu şekilde bildirmiştir:

“Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.” (Bakara Suresi, 186)



Peygamberimiz (s.a.v.) Allah’a dua etmenin önemini bildirmiştir:

Her konuda olduğu gibi dua etmek konusunda da en güzel örnek Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’dir. Rivayetlerde, Allah'ın tüm alemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamberimiz (s.a.v.)'in, Rabbimiz'e olan samimiyetini, güzel ahlakını, teslimiyetini ve imanının derinliğini ortaya koyan duaları yer almaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir:

Ebu Musa el-Eş'ari'den şöyle tahdis etti: Peygamber (s.a.v.) şu dua ile dua ederdi: "Ey Rabbim! Benim günahımı, bilgisizliğimi, her işimde israfımı ve benden daha iyi bilmekte olduğun kusurlarımı mağfiret eyle! Ya Allah! Benim hatalarımı, kasdımla ve bilgisizliğimle işlediklerimi, şakalarımı mağfiret eyle! Bunların hepsi bende vardır. Ya Allah! Evvelden yaptığım, sonradan yapacağım; gizlediğim, açığa çıkardığım bütün günahlarımı Sen mağfiret eyle! Öne geçiren ancak Sensin, sonraya bırakan da ancak Sensin. Sen her şeye gücü yetensin!" (Sahih-i Buhari ve Tercümesi, Mütercim: Mehmed Sofuoğlu, Ötüken Yayınları, İstanbul 1987, Cilt 14 s. 6336)

www.turkceKuranmeali.com

 “Ya Olursa” Mantığıyla Dua Etmek Büyük Bir Gaflettir
Kimi insanlar da Allah’a iman eder ve gün boyu, Allah’ın bu isimlerinin tecellilerini hayatlarında açıkça görürler. Allah’ın ne kadar büyük lütuf sahibi olduğunu, iman edenlere ne kadar güzel bir hayat sunduğunu, her bir insana ne kadar eşsiz nimet ve rızıklar verdiğini çok açık olarak fark ederler. Ancak yine de dua ederken, bazen bu gerçeklerden gaflete düşer; ‘Allah’ın dualarına kesin olarak icabet edeceğine olan inançlarını’ tam olarak muhafaza edemezler. Olayları Allah’ın sonsuz gücüne göre değil de, dünyadaki şartlara, olayların gelişimine, teknik gerçeklere bakarak değerlendirirler. Kendi akılları doğrultusunda, hayat ve yaşanacak olaylar hakkında kesin teşhislerde bulunur ve kendilerine göre belirli çıkarımlar yaparlar. Örneğin ‘2+2 toplanırsa, kesin olarak 4 eder; ve bu iki rakamdan bunun dışında da bir sonuç çıkması mümkün değildir’ gibi teknik teşhislerde bulunurlar. Ve bu teknik gerçeklere olan inançlarını dualarına da yansıtırlar. Allah’tan bir şey isterken, gerçekte dünya şartlarında bunun mümkün olmayacağına dair neredeyse kesin bir inanç içerisindedirler.

(Allah’ı tenzih ederiz) Bu yanlış inançtaki insanlar Allah’a, ‘Ya olursa’ mantığıyla dua etmektedirler. ‘Ben bu olayların nasıl gelişeceğini biliyorum, sonuç kesin şu şekilde olur, ama ben yine de belki aksi olur diye dua edeyim’ gibi bir anlayışla Allah’a yönelmektedirler. Bu düşünceleriyle, aslında kendi teşhislerinin gerçekleşmesi için dua ettiklerinin farkında değillerdir. Çünkü böyle bir insanın asıl inandığı ve desteklediği fikir, kendi teşhisleridir. İstediği şeylerin gerçekleşmesi için gerekense, bunun tam tersidir: Allah’a çok kesin olarak güvenerek ve Allah’ın istediği her şeyi yaratabileceğine çok fazla inanarak dua etmek...

Samimi imanın ve samimi duanın en önemli şartlarından biri, insanın kendine ait, dünya hayatının görünen yüzüne aldanarak yaptığı teşhislerini kafasından atmasıdır. Allah’ın sonsuz aklının yanında, kendisinin çok sınırlı ve yüzeysel bir akla sahip olduğunu bilmesidir. Ve Allah’ın dilediğini yaratmadaki sonsuz gücünün yanında, kendi acizliğini görmesidir. Olayların dıştan görünen yüzüyle, bunların ardında gizlenen gerçeklerin aynı olmadığını ve bunları ancak Allah’ın bilebileceğini kavramasıdır. Teknik gerçeklere bakarak yaptığı teşhislerin çoğu zaman aldatıcı olabileceğini, Allah’ın gücünün tüm bunların üstünde olduğunu anlamasıdır. Bir insan kalbinde Allah’a karşı derin bir sevgi, güven ve teslimiyet yaşıyorsa, Allah’ın bu insan için, her olayı olabilecek en güzel, en hayırlı şekilde sonuçlandıracağını unutmamasıdır.

Allah’ın, sıkıntı ve ihtiyaç içerisinde olan samimi bir kulunu, mutlaka rahmetiyle kuşatacağından emin olmasıdır. 

Dua, zaten kaderimizde var olana doğru bizi yönlendirir. Kaderimizi takdir eden de, bize duayı ettiren de Allah'tır. İmam Rabbani bu konuda şöyle söylemektedir:

"Bir şeyi istemek, ona nail olmak (onu elde etmek) demektir; Zira Allahu Teala kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez." (İmamı Rabbani)

14 Aralık 2012 Cuma

Sayın Adnan Oktar ve Arkadaşlarının Güzel Özellikleri

1.    Bir çok kimsenin tebliğ yapmadığı, yapamadığı sosyal çevrelere ulaşmak, bu çevrelerde en etkili tebliği yapmak ve bu çevrelerdeki insanların Kuran ahlakını yaşamalarına vesile olmak

2.    Kuran’ın ve dinin hayatın her anını kapladığını göstermek

3.    Israrla sevginin üzerinde durmak

4.    Kadınlara, çocuklara, çiçeklere, hayvanlara sevgiyle bakmanın, her birinin Allah’ın güzel tecellileri olduğunu düşünmenin, bundan heyecan duymanın değerini göstermek

5.    Eserlerinde en can alıcı, en mühim konuları tespit etmek ve bunları en hikmetli şekilde insanlara anlatmak

6.    Yazılarında, kitaplarında, belgesellerinde bir ilkokul çocuğunun da üniversite mezunun da rahatlıkla anlayabileceği samimi, candan, hikmetli bir üslup kullanmak

7.    İslami kitapların görünümüyle, resimleriyle, tasarımıyla son derece estetik ve etkileyici olabileceğini göstermek

8.    “Adamlık dini”, “Şeytanın gizli silahı romantizm” gibi hiç kimsenin üzerinde daha önce durmadığı çok önemli konuları tespit etmek

9.    İnsanlara din ahlakını kamil anlamda yaşamalarına engel olan hususları göstermek ve bunları en akılcı en ikna edici şekilde cevaplamak

10.Kitaplarda, yazılarda, sohbetlerde şüpheye yer verecek, insanları vesveseye düşürebilecek, akıllarını karıştırabilecek hiçbir unsurun olmaması

11.İnsanlara acı çektiren, onları mutsuz eden belaları tam teşhis etmek ve fikren bu belalar etkisiz hale getirmek

12.Darwinist materyalist ideolojilere karşı en doğru bilimsel cevapları vermek

13.Darwinist materyalist ideolojilere fikren tam yenilgiye uğratmak

14.Darwinist materyalist komünist çevrelerde en büyük paniği meydana getirmek

15.Darwinizme ve materyalizme karşı verilen delillerin hepsinin, itiraz edilmesi mümkün olmayan net ve bilimsel deliller olması

16.Tüm dünyada her mezhepten, her cemaatten Müslümanın tebliğde kullandığı eserler hazırlamak

17.Bu eserlerin benzerlerinin bugüne kadar hiç hazırlanmamış olması

18.İslam’ın tebliğinde teknolojiyi en verimli şekilde kullanmak

19.İslam’da neşenin, sevincin, bilimin, sanatın, müziğin olduğunu tüm dünyaya göstermek

20.Müslümanın modern olduğunu göstermek

21.Müslümanın kaliteli ve asil olduğunu göstermek

22.Müslümanların dünyanın en güzel nimetlerine layık olduğunu göstermek

23.Malın ve mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu bilen, tüm imkanlarını Allah için kullanan insanlar olmak

24.Sanata ve estetiğe önem vermenin değerini göstermek

25.Herkese şefkatle, her düşünceye anlayışla yaklaşmak gerektiğini Kuran ve hadislerden delillerle ortaya koyarak nefretin önüne geçmek

26.Alevi, Şii, Caferi, Vahabi, Sünni herkesin tertemiz Müslüman olduğunu, herkesin bir diğerini sevgiyle kucaklaması gerektiğini ısrarla anlatmak

27.Toplumu baş örtülü baş örtüsüz diye ikiye bölmeye çalışan anlayışa karşı etkili fikri çalışma yapmak

28.Laikliğin ve demokrasinin özünün Kuran’da olduğunu insanlara anlatmak

29.İslam’ın fikir özgürlüğünü teşvik ettiğini insanlara göstermek

30.Komünist, ateist, dinsiz her düşünceden insanın birinci sınıf vatandaş muamelesi görmesi gerektiğini, her fikre kendi ifade hakkı tanınması gerektiğini anlatmak

31.Demagoji yapmamak, akılcı, bilimsel ve dürüst cevaplar vermek

32.Suni, yapmacık bir üslup hiçbir zaman kullanmamak

33.Çok samimi olmak

34.Evde farklı, televizyonda farklı, işte farklı olan Müslüman modelini hiçbir zaman kabul etmemek. Her yerde aynı olmak.

35.Gerçek sevginin, coşkulu sevginin nasıl olduğunun gösterilmesi

36.İltifatın, güzel sözün en güzel örneklerinin görülmesi

37.Toplumda kadına karşı olan yanlış bakış açısının değiştirilmesi

38.Kadınlara sevginin, şefkatin, değer vermenin nasıl olacağının gösterilmesi

39.Kuran ayetlerinin daha önce hiç örneği görülmemiş tefsirlerinin yapılması

40.Kuran’ın günümüze bakan yönlerinin en hikmetli şekilde anlatılması, gösterilmesi

41.Dini hiç bilmeyen bir insana nasıl yaklaşılması gerektiğini göstermek

42.Cesur olmak, Allah yolunda başına gelen hiçbir zorluktan yılmamak

43.Hiçbir kalıba göre hareket etmemek, sadece Kuran’a ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetine uymak

44.Mehdiyeti, Hz. İsa (as)’ı ve İttihad-ı İslam’ı neredeyse hiçbir alimin anlatmadığı bir dönemde, ısrarla sürekli anlatmak

45.Mehdiyetle ilgili gizlenmiş hadisleri ortaya çıkarmak

46.Atatürk’ün samimi bir dindar olduğunun delilleriyle ilk defa anlatılması

47.Atatürk’ün Türk İslam Birliği’ni istediğinin ortaya konulması

48.Ateist masonluğun gerçek yüzünü gösteren, bununla birlikte masonların İslam’a yönelmesine vesile olan olmak

49.Müslümanların büyük bir kısmının dahi yeise düştüğü bir dönemde, büyük bir şevk ve heyecanla Türk İslam Birliği’nin olacağını savunmak

50.Türk İslam aleminin herhangi bir yerinde zulüm olduğunda, bunun ortadan kalkması için gayret etmek

51.Günü birlik geçici çözümler değil, kalıcı çözümler için gereken yolu göstermek

52.Yobazlığın nasıl bir bela olduğunu tam teşhis etmek ve Kuran ayetleriyle net ortaya koymak

53.İman hakikatlerinin en etkileyici anlatımını yapmak

54.Yapılan her anlatımla kalbe etki etmek

55.Mason localarında ilk defa İslam’ın tebliğini yapmak

56.Dünyanın en üst düzey masonlarının namaz kılmasına vesile olmak

57.Kitaplardan, sitelerden, televizyondan, yapılan hiçbir çalışmadan ücret almamak

58.A9 TV’nin reklam almayan tek kanal olması

59.Büyüklere hürmetin, vefanın nasıl olacağının en güzel örneği olması

60.Asla çözümsüz bir üslup kullanmamak

61.Siyasetçilerin, düşünürlerin, önde gelenlerin dahi çözümsüz gibi bir üslup kullandıkları konularında net çözümü ortaya koymak

62.Başka hiçbir topluluğa benzememek

63.Cemaatlerin, Sivil Toplum Kurumlarının, vakıfların, siyasilerin örnek alabileceği net bir model oluşturmak

64.Kınayanın kınamasından korkmamak, Kuran’a ve sünnete göre hak olanı tavizsiz uygulamak

65.Fikren karşı olanların dahi takip etmekten, okumaktan, izlemekten kendilerini alıkoyamamaları

13 Aralık 2012 Perşembe

Sonuca ulaştırmayan bir hırs


Hırsla dünyaya yönelen insanın göz önünde bulundurması gereken çok önemli bir gerçek vardır: Kişi Allah'a iman etmediği sürece dünyada neye sahip olursa olsun asla gerçek huzuru bulamayacaktır.

İnsan, bilinci yerine geldiği andan itibaren sürekli birşeyler talep etmeye başlar. Öyle ki art arda gelen bu istekler bitip tükenmek bilmez. İnsanın nefsi her an isteme halindedir ve bu isteklerinde de sınır tanımaz. Ama tüm bu sınırsız isteklerine rağmen elindeki imkanlar kısıtlıdır. Ayrıca istediği herşeye sahip olabildiğini farz etsek bile değişen bir durum yoktur. Çünkü dünyanın en zengin insanı da olsa bu zenginlik geçicidir. En fazla yaşayabileceği süre ortalama 70-80 senedir ve bu sürenin sonunda ölümüyle birlikte sahip olduğu herşey elinden gidecektir.

İnsanın tatminsizlik duygusu

Sınır tanımayan insan, Allah'tan bir karşılık olarak, bir türlü çare bulunamayan bir "tatminsizlik" duygusu içinde yaşar ve yaşamının her anında farklı farklı isteklere kapılır. Bu isteklerini elde etmek için de büyük bir hırsla çalışıp didinir; hatta bunlar için olmadık şeyleri göze alır. Çevresinde bulunan insanları hatta ailesini, yakınlarını kırmayı bile göze alabilir. İstediği şeyi elde ettiği an o "sihir" bozulur. Çok arzuladığı şey her ne olursa olsun önemini yitirir. Sanki onu elde etmek için günlerce, aylarca, yıllarca kendisi uğraşmamıştır. Elde ettiğiyle tatmin olmayan nefis hemen başka bir isteğin peşine düşer, bu sefer hırsla onun peşinden koşmaya başlar; ta ki onu elde edene kadar...

İnkarcı insanın dünya hayatında mala, mülke kısaca çevresinde gördüğü şeyleri elde etmeye karşı duyduğu bu hırs ölünceye kadar hiç durmaksızın devam eder. Hiçbir zaman elindekilerle yetinip mutlu olamaz. Çünkü istediği şeyleri Allah'ı razı etmek için değil, sadece bencil tutkularını razı etmek için istiyordur. Ve sahip olduğu herşey onun kibirini, Allah'a karşı büyüklenmesini artırmaktadır.

Yaşadığımız dünyada insan gözünü hangi yöne çevirse güzelliklerle karşılaşır. Gördüğü şeyleri büyük beğeniyle izler. Kusursuz tasarımdaki insan vücudu, milyonlarca çeşit bitki, tonlarca ağırlıktaki bulutların yer aldığı uçsuz bucaksız gökyüzü ve daha pek çok şey ruha zevk verecek estetik bir görünümle yaratılmıştır. Gördüğü şeyler dışında diğer duyularıyla algıladığı pek çok detay da insana zevk verir. Güzel bir koku veya tat, ya da güzel ritimli bir müzik gibi.

Asıl kalıcı olan...

Dalından sarkan bir meyve, güzel kokusu ve tadıyla herkesin hoşuna gider. Yine aynı şekilde bir çiçeğin farklı tonlardan oluşan renkleri, üzerindeki desenleri son derece zevk vericidir. İnsan, yaşamını sürdürürken bunlar gibi daha birçok şeyi beğenip, onları elde etmek ister. Fakat bütün bu sayılanlara bir süre geçtikten sonra dönüp baktığında büyük bir şaşkınlığa düşer. Bu güzellikler anlamlarını yitirmiş, hatta artık görmek bile istemediği bir hale dönüşmüştür.

Örneğin meyve dalından kopartıldıktan kısa bir süre sonra yavaş yavaş kararmaya başlar, sonra o güzel kokusunu kaybeder. Ardından da çürür ve kötü bir koku yaymaya başlar. İnsan canlı renkleri ve hoş kokusuyla kendisini cezbeden çiçekleri alıp evine getirir bir vazoya koyar; aradan bir gün geçmeden çiçeklerin renkleri solar, canlılıkları ve dirilikleri kaybolur. 2-3 gün sonra ise hepsi tamamen kararır ve çürür. (Harun Yahya, Dünya Hayatı'nın Gerçeği)

Aynı şey evler, arabalar için de geçerlidir. Zaman için evler yıpranır, arabaların modeli eskir, belirli kısımları paslanmaya yüz tutar. Sonuç olarak dünyada insanın çevresinde gördüğü herşey kısa zamanda bir bozulma eğilimi gösterir.

Bu çoğu insana "doğal bir süreç" gibi gelir. Etrafımızdaki herşey sürekli olarak bozulmaya, eskimeye, çürümeye doğru giderek, bize aslında çok önemli bir mesaj vermektedirler. Bu mesaj, dünyanın geçici ve aldatıcı bir hayal olduğu gerçeğidir.

Allah insanların dünyanın bu aldatıcı yönüne kanmamaları ve dünya hayatının geçiciliği üzerinde düşünmeleri için Kuran'da çeşitli misaller vermiştir:


"Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yüryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiçbir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için biz ayetleri böyle birer birer açıklarız." (Yunus Suresi, 24)


Düşünmek ve akletmek

Allah'ın Kuran'da insanlara bildirdiği gibi dünya üzerinde güzel olan ne varsa bir gün güzelliğini kaybedecek ve hatta yok olacaktır. Ancak bunu bilmek yeterli değildir; bu gerçek, üzerinde derin düşünülmesi gereken bir konudur. Allah Kuran'da bu tür örnekleri "düşünen insanlar" için açıkladığını bildirmiştir. İnsan akıl sahibi bir varlık olarak, düşünmek, düşündüklerinden sonuç çıkarmak ve yaşamının amacını anlamakla yükümlüdür. "Düşünmek" ve "akletmek" gibi önemli vasıfları üzerinde taşımayan insanın ise hayvanlardan bir farkı kalmaz. Hayvanlar da doğarlar, büyürler, çoğalırlar, kendilerine göre bir yaşam sürerler. Hayvanlar nasıl ve neden yaratıldıklarını, bir gün öleceklerini, öldükten sonra nasıl bir hayatla karşılaşacaklarını düşünmezler. Dünyanın gerçek yüzünü görüp, hakiki amacını kavrayıp anlamaya çalışmazlar.

İnsan ise, Allah'ı tanımakla, O'nun kendisinden istediklerini öğrenip uygulamakla gerçek yurdun dünya olmadığını ve dünyanın "göz açıp kapayıncaya kadar" kaybolacak bir hayat olduğunu anlamakla sorumludur. Bu gerçekleri kavrayan insanın tavrı ise, gerçek yurt olan ahirete hazırlık yapmak, yaşamını yalnızca Allah'ı hoşnut edecek yollar arayarak geçirmek olacaktır.

12 Aralık 2012 Çarşamba

İman Zafiyeti Güzellik ve Estetikten Zevk Almayı Engeller


İman zafiyeti içindeki kişiler, karanlık ve kasvetli bir din anlayışı içindedirler. Bu nedenle söz konusu kişiler, güzellikten ve estetikten zevk alamazlar. Oysa gerçek din ahlakında neşe, dostluk, sevinç, sevgi, arkadaşlık, sanat ve estetik vardır.

Allah’ın varlığına iman etmiş, ahiret inancı olan bir insan etrafında gördüğü herşeyin varlık nedeninin Allah olduğunu bilir. Bu bilgiyle etrafına bakan bir insan ise, Allah’ın insanlar için yaratmakta olduğu saymakla bitiremeyeceğimiz çokluktaki güzellikleri her an fark edebilme özelliğine sahip olur. Allah’ın yarattıklarındaki güzellikten ve sanattan derin olarak zevk alır. Bu nedenle gerçek bir Müslüman etrafında hep güzellik ve estetik arar. Ruhunda hep daha güzele, daha temize, daha estetik olana yönelme şeklinde bir eğilim vardır. Her konuda yenilikten, değişikliklerden hoşlanır. Yaşadığı ya da girdiği bir ortamda yapılan düzenlemeleri, güzellikleri hemen fark eder. Aynı şekilde gözüne çarpan bir asimetriyi, düzensizliği, temizlik anlayışına uymayan bir uygulamayı hemen görür. Bunu hemen düzeltme, güzelleştirme arzusu duyar. Bu, samimiyetine karşılık Allah’ın onun ruhuna verdiği önemli bir duyarlılıktır. Allah dünyada böyle bir anlayışa sahip olarak yaşayan Müslümanlara “Rableri onlara Katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisinde sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler.” (Tevbe Suresi, 21) ayetinde buyurduğu gibi ahirette de içinde sonsuz güzellik ve sanatın yer aldığı cennet hayatını vadeder.

www.kesinbilgiyleiman.net

İman Zafiyeti İçinde Olan Bir Kişi;

Sanat Eserlerini Gereği gibi Takdir Edemez
Böyle bir kişiye üstünde el emeği taşıyan, ince ustalık ürünü bir eser gösterilse bunun kıymetini anlayamaz. Eseri oluşturan kişinin Allah tarafından bahşedilen yeteneğine, bu eseri meydana getirmek için harcadığı emek, gösterdiği titizlik, dikkat ve kullandığı sanat gibi inceliklere dikkatini veremez. Bu kişi, güzellikten zevk alma, güzelliği ve emeği takdir edebilme, incelikleri fark edebilme gibi düşünme ve dikkatli gözlem gerektiren değerlendirmelerden uzak bir hal içindedir.

Maddi ve Manevi Güzellikleri Fark Edemez
İman zafiyeti, insanın ruhunu köreltecek tehlikeli bir hastalık gibidir. Güzellikleri fark edemeyen bir insan, bu kültürün yozlaştırıcı etkisiyle Allah’ın nimet olarak verdiği çok önemli bir özelliğine kendi eliyle zarar vermiş olur. Sonucunda da hayatını Allah’ın “İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir:) Siz dünya hayatınızda bütün ‘güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz...” (Ahkaf Suresi, 20) ayetinde bildirdiği şekilde yaşayan bir insan haline gelir. Oysa insan ruhu, maddi, manevi her türlü güzellikten zevk alacak şekilde yaratılmıştır. Güzellikleri görmeye ve takdir etmeye açıktır. Ancak kendini basitliğe alıştıran, karakterinde daha güzele, daha iyiye yönelen bir anlayışı geliştirmeksizin dünya hayatını yaşayan biri ruhunu köreltir. Göz önünde olan güzellikleri, Allah’ın yaratışındaki muhteşem sanatı, uyumu ve simetriyi fark etmekten yoksun hale gelir. Sadece kendini hayatta tutacak; gerçekte ise bir insanın hayatının tek amacı olması açısından son derece aşağılayıcı olan hedeflere yönelir. Örneğin önünde çok güzel hazırlanmış bir sofra kurulmuş olsa, o bu düzenin sağlanması için harcanan emeği, gösterilen ince düşünceyi, estetik anlayışını pek değerlendiremez. Kendisine gösterilen ihtimamın gerçekte Allah’ın bir ikramı, güzel bir lütfu olduğunu aklına dahi getirmez.


Fiziksel Temizliğe Gereken Önemi Vermez
Allah’ın “... O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar.” (Yunus Suresi, 100) ayetinde bildirdiği gibi iman zafiyeti içinde olan insanlar akıllarını kullanmadıkları için pislik içinde yaşarlar. Örneğin temiz giyinmekten, temiz bir ortamda yaşamaktan gerçek anlamda zevk almazlar. Sadece insanların kendilerini görebilecekleri yerlerde kimi zaman bunlara önem veriyormuş gibi görünerek öyle tanınmak isterler. Bunun dışında temizliğe titizlik göstermez, ayrıntıları ise hiç akledemezler. Tüm bunlar gafil bir yaşam içinde olduklarının ipuçlarını oluşturur ve ruhlarında iman edenlere has yüksek şahsiyetin var olmadığını gösterir.

İman Zafiyeti İçinde Olan Kişilerin En Önemli Eksikliği Güzel Ahlaka Önem Vermemeleridir
İman zafiyetine sahip olan insanlar bir arada iken de estetiğe, gözün zevk aldığı düzene ve daha önemlisi güzel ahlaka önem vermeksizin yaşarlar. Estetiğe, güzelliğe önem vermedikleri, bunlara yönelik bir özen içinde olmadıkları da kolayca anlaşılır. Oysa kişiliği Kuran ahlakına göre gelişmiş, Allah’ın her yaptığından haberi olduğunu bilen biri, Allah’ın huzurunda her an en güzel haliyle olmak ister. Çünkü Allah insanı “Doğrusu, Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (Tin Suresi, 4) ayetinde haber verildiği gibi diğer varlıklar arasında en güzel olacak şekilde yaratmıştır. Bu nedenle insanın da yaşamı boyunca yaptığı her hareketinde Allah’ın kendisine verdiği bu nimeti iyi vurgulayacak, insani yönlerini zayıflatmayacak davranışlar içinde olması gerekir. Ayrıca diğer canlılar arasında kendisini üstün kılan bu yaratılış özelliğine uygun davranmayan ve güzel bir kişilik göstermeyen kişilerin diğer varlıkların daha aşağısında bir konum içine olacağını Rabbimiz Kuran’da haber vermiştir.

Allah’ın “Sonra aşağıların aşağısına çevirdik. Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka…” (Tin Suresi, 5-6) ayetlerinde haber verdiği gibi iman  edip salih davranışlarıyla bunu gösterenler yükseltilecekler, değerli kılınacaklardır. Bu kişilerin Allah’ın yaratışındaki sanatı, estetiği ve muhteşem güzelliği görüp takdir edebilen, ruhu bunlardan zevk alan, gördükleri üzerinde düşünüp derinlik kazanan insanlar olduğu anlaşılmaktadır. Allah Kuran’da Müslümanların ahlaki üstünlüklerini şöyle bildirir:

“Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:)  Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru.” (Al-i İmran Suresi, 191)
Görüldüğü gibi yüzeysel bir kültür içinde yaşayan biri için mümkün olmayan bu derinlik, Allah’a samimi bir iman ile bağlanmış bir Müslümanın ruhunda ayakta olduğu, oturduğu ya da uzanıp yattığı bir sırada bile mevcuttur. Müslüman ahlakındaki bir kişi her an her yerde Allah’ı düşünecek, gördüğü her şeyde Yaratıcımız olan Allah’ın büyüklüğünü ve korkusunu hissedebilecek bir düşünce yapısına sahiptir. Bu derinlik, iman eden bir insanı gördüğü herşeyi iyi değerlendirebilen, tümünün Allah’ın bir yaratması olduğunu bilerek taşıdıkları güzellikleri ve incelikleri ortaya çıkarabilen bir ruh halinde tutar.

www.rahmanrahimolanAllah.com

Güzelliklerden ve estetikten zevk almak insana ait bir özelliktir. Allah insanın ruhunda, güzelliğe karşı bir duyarlılık hissi yaratmıştır. Ancak, bu estetik anlayışının açığa çıkması ve gelişmesi, insanın imanı ve aklı ile doğru orantılıdır. Müminler bütün güzellikleri yaratanın Allah olduğunu bildikleri için, güzellikler karşısında heyecan duyarlar. Kendilerine  bunların tümünü sunan Allah’ın gücünü ve sanatını gereği gibi takdir edebilmeye çalışırlar. Cennete karşı duydukları özlem de, güzelliklerden zevk alma kabiliyetlerini artırır. Allah’ın Kuran’da haber verdiği cehennem ortamını düşünüp kıyas yaptıklarında ise, Allah’ın izniyle ruha zevk veren estetiğin değerini daha iyi kavrarlar.

11 Aralık 2012 Salı

Güzel ahlak zorluk içindeyken anlaşılır


Peygamberlerin zorlu koşullar karşısındaki tutumları nasıldır?
İnsanların güzel ahlaklı olmaları için niçin zorluk yaşamaları gerekir?



Yüce Allah kullarını aklın ihtiyarını almayacak şekilde imtihan eder. Bu imtihanda mutlaka zorluk olması gerekir. Konfor içinde olunursa imtihan olmaz. Çünkü insanlar konfor içinde yaşarken gerçek ahlaklarını gösteremezler. Yaşadıkları da imtihan değil keyif içinde yaşamak olur. İmtihan olmak için mutlaka zorluk gerekir, çünkü Allah’a derin aşkla olan bağlılık ancak zorluk anlarında belli olur. Örneğin peygamberlerimiz hapse atılmışlar, (peygamberlerimizi tenzih ederiz) delilik iftirasına maruz kalmışlar, fakat onlar herşeye rağmen yiğitçe, kararlılıkla din ahlakını tebliğ etmeye devam etmişlerdir. Bu nedenle hiçbir Müslümana, umutsuz ifadeler kullanmak ya da bahaneler öne sürmek yakışmaz. Kuran’da bildirilen ve peygamberlerimizin zorluklar karşısındaki sabırlarını ve güzel ahlaklarını örnek veren pek çok kıssa vardır. Allah ayetlerinde Müslümanların da bu güzel ahlaka sahip olmalarını öğütler.
Allah Peygamberleri Çok Zorlu Şartlarla İmtihan Etmiştir
Bazı insanlar, “zorluklar sadece bize geliyor, biz hastalanıyor, sıkıntılarla karşılaşıyoruz ama peygamberler daha kolay şartlarda imtihan oluyorlardı” gibi yanlış düşüncelere kapılabilirlerdi. Ancak Rabbimiz peygamberlerin çoğunun hayatında çeşitli zorluklar yaratmış, hatta onların şehitliğine imkan vererek, en zorlu koşullarla imtihan edildiklerini fakat bu zorlu koşulların onların Allah’a olan yakinlerini artırdığını göstermiş, onların sahip oldukları güzel ahlakın tüm Müslümanlara örnek olmasını istemiştir.
Mübarek peygamberlerimizin tüm Müslümanların sahip olması gereken bu güzel tavırlarına bazı örnekler şunlardır:
Hz. Yunus (a.s.), balığın karnında bulunduğu o zorlu süre boyunca Allah’a yönelmiş ve ayette bildirildiği üzere  “...içi kahır dolu olarak (Rabbine) çağrıda bulunmuştu.” (Kalem Suresi, 48) Bu zorlu imtihan ortamında Allah’a kalpten yönelen Hz. Yunus (a.s.), Rabbimiz’in rahmeti ve şefkati ile balığın karnından kurtulmuş ve bir topluluğa peygamber olarak gönderilmişti. Hz. Yunus (a.s.)’ın bu zorlu imtihanı, Kuran’da şu şekilde anlatılır:
“Şüphesiz Yunus da gönderilmiş (elçi)lerdendi. Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı. Böylece kur’aya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu. Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı. Eğer (Allah’ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı, Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı. Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere (sahile) attık. Ve üzerine, sık-geniş yaprakla (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik. Onu yüzbin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (peygamber olarak) gönderdik. Sonunda ona iman ettiler, Biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık. (Saffat Suresi, 139-148)
Hz. Eyüb (a.s.), kendisini saran şiddetli zorluk ve sıkıntılara rağmen o hali ile peygamberlik görevini şerefli şekilde sürdürmeye devam etmiştir. İçinde bulunduğu her türlü ağır şarta karşın, daima sabır göstermiş ve Allah’a olan tevekküllü tavrını devam ettirerek müminlere örnek olmuştur. Bu kutlu peygamberimizin içli duası bir ayette şöyle bildirilmiştir: 
“Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: “Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.” (Enbiya Suresi, 83) 

 



Hz. Yahya (a.s.) da büyük zorluklarla karşılaşmış, dönemin zorlu inkarcıları tarafından hapsedilmiş, çok zor anlarda bile namazlarını, ibadetlerini kesintisiz devam ettirmiştir. Başı kesilerek şehit edilirken de Allah’ı anmaş ve bu zorlu imtihanı Allah’ın yarattığını bilerek Allah’a tam bir teslimiyetle teslim olmuştur.
Hz. Zekeriya (a.s) dönemin baskıcı ve zorba kişilerinden kaçarak ağaç kovuğunun içine gizlenmiş, bu kişiler Hz. Zekeriya (a.s)’ı saklandığı ağaç kovuğunda bulduklarında ağacı biçerek bu mübarek peygamberi şehit etmişlerdir. Hz. Zekeriya (a.s.) testerenin sesini duymuş, fakat bu onun Allah’a olan bağlılığını arttırmış ve “Baki olan Allah’tır” sözlerini tekrarlayarak şehit olmuştur.
Hz. İsa (a.s.) da  münafıkların tuzaklarına karşı mücadele ederken aynı zamanda Roma yönetiminin ve askerlerinin baskısına maruz kalmış, hatta Hz. İsa (a.s)’ı şehit etmek üzere askerler evine gelmiş fakat Hz. İsa (a.s.) Allah’a olan teslimiyetini asla kaybetmemiştir. Allah, Hz. İsa (a.s)’ın bu teslimiyetine büyük bir mucize ile karşılık vermiş ve onu Kendi Katına yükseltmiştir. Hz. İsa (a.s.)’ı ihbar eden Yahuda İskaryot’u ise Allah Hz. İsa (a.s.)’a benzetmiş ve Yahuda İskaryot’un tüm karşı çıkmalarına rağmen Romalı askerler onu Hz. İsa (a.s.) zannederek çarmıha germişlerdir. Yahuda İskaryot Hz. İsa (a.s.)’a kurduğu düzenin Allah tarafından bozulması ile çarmıhta can çekişerek feci şekilde ölmüştür. Ayette bu gerçek şöyle haber verilir:
“Ve: “Biz, Allah’ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa’yı gerçekten öldürdük” demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 157-158)
İnsanların Çok Güzel Ahlaklı Olması İçin Dünyada Zorluklar ve  Çile ile Eğitilmeleri Gerekir
Rabbimiz, “Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.” (Bakara Suresi, 155) ayetiyle dünya hayatında insanların nimetlerle olduğu kadar, sıkıntı ve zorluk ortamlarıyla da karşılaşabileceklerini bildirmiştir. Bir ayette Allah bu durumun bir hikmetini, “Andolsun, Biz sizden cehd edenlerle (çaba harcayanlarla) sabredenleri bilinceye (belli edip ortaya çıkarıncaya) kadar, deneyeceğiz ve haberlerinizi sınayacağız (açıklayacağız).” (Muhammed Suresi, 31) sözleriyle açıklamıştır. Allah Kuran’da ayrıca, “İnsanlar, (sadece) “İman ettik” diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.” (Ankebut Suresi, 2-3) şeklinde buyurmuştur.
Zorluk ortamları, kişilerin içlerinde yaşadıkları asıl karakterlerinin ortaya çıkmasına vesile olur. Bir insanın cesur mu yoksa korkak mı, cömert mi yoksa cimri mi olduğu; insaniyetli, vicdanlı, merhametli mi yoksa düşüncesiz ve bencil bir ahlaka mı sahip olduğu hep zor şartlar altında ortaya çıkar. Tüm hayatını, sahip olduğu herşeyi Allah’a adamış, Rabbimiz’in rızasını kazanabilmek için her türlü fedakarlığı göze almış bir insanın ahlakındaki üstünlük de yine bu şekilde anlaşılır. Her ne zorluk ya da sıkıntıyla karşılaşırsa karşılaşsın, imanın verdiği şevk, azim ve iradeyle büyük bir sabır gösterir. En zor şartlarda bile elinden gelenin, güç yetirebildiğinin en fazlasını yapmaya, içerisinde bulunduğu zor koşullara rağmen başkalarına yardım etmeye çalışır. Allah‘ın bu tür şartları insanları denemek için özel olarak yarattığını, insanın refah içerisindeyken olduğu kadar zorluk içerisindeyken de güzel bir ahlak göstermekle yükümlü olduğunu bilir. Bu gerçek Kuran’da şöyle bildirilmiştir:
“İnsanlar, (sadece) “İman ettik” diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.” (Ankebut Suresi, 2-3)
Allah Her Zorlukla Beraber Bir Kolaylık Yaratmıştır
Allah’ın inananlara bir deneme olarak verdiği çeşitli sıkıntı ve zorluklar karşısında müminler hep üstün ahlak gösterirler. Bu sırada içlerinde şevk, huzur, sevgi ve saygı hazzı yaşarlar. Fakat burada özellikle vurgulanması gereken bir nokta tüm zorlukların yanında Allah’ın iman eden kullarına çok büyük güzellikler ve kolaylıklar verdiğidir. Allah pek çok ayetinde salih müminlerin işlerinde büyük kolaylıklar kıldığını bildirir:
“Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır.” (İnşirah Suresi, 5-6)
“… Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez.” (Bakara Suresi, 185)
“… Ve seni kolay olan için başarılı kılacağız.” (Ala Suresi, 8)
“… Kim Allah’tan korkup-sakınırsa (Allah) ona işinde bir kolaylık gösterir. Bu, Allah’ın size indirdiği emridir. Kim Allah’tan korkup-sakınırsa, Allah, kötülüklerini örter ve onun ecrini büyütür.” (Talak Suresi, 4-5)
“… Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı kılıp-verecektir.” (Talak Suresi, 7)
Zorluk Anlarında Gösterdikleri Sabır ve Şevk   Müminlerin İhlaslı Ahlaklarının Bir Tecellisidir
Bir müminin en önemli özelliklerinden biri,  her işini Yüce Allah’ın rızasını kazanmak için yapması yani ihlas sahibi olmasıdır. İhlas sahibi bir mümin, yaptığı her hareketin hesabını ahirette vereceğini bilerek, Rabbimiz’i en fazla hoşnut edeceği umulan tavrı gösterir. Dolayısıyla daima sabırlı ve tevekküllüdür. Sabrının ve tevekkülünün sırrı ise, “Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık.” (Kamer Suresi, 49) ayetinde de bildirildiği gibi, her olayı Yüce Allah’ın kaderle yarattığını bilmesidir. Bu nedenle, zorluklar salih bir müminin sabrını ve tevekkülünü pekiştirir, bu özelliklerinin derece derece artmasına vesile olur.
Hiç kimse bir an sonra ne olacağını bilemez. Bunun ilmi sadece Rabbimiz’e aittir. Ancak Yüce Allah Kuran’da birçok ayeti ile her işlerinde Allah’a yönelen müminlerin sonunun hayır olacağını bildirmektedir. Bu nedenle zorluk zamanlarında neşe ve şevkle sabredip tevekkül eden bir müminin sabrettiği her saat, her dakika, hatta her saniye ahirette sonsuz nimetlerle donatılmış cennetle karşılık bulmasını sağlayabilir.  Soğuk, açlık, hastalık, hepsi sona erecek olan, süresi Rabbimiz Katında belirli, sadece dünyaya ait zorluk ve sıkıntılardır. Yüce Allah, imtihan olarak verdiği zorluklara sabretmenin karşılığında inanan kullarına cenneti müjdelemiştir:
“Sizin yanınızda olan tükenir, Allah’ın Katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle Biz muhakkak vereceğiz.” (Nahl Suresi, 96)